21 Ekim 2012 Pazar

Alternatif sonlar..


Geçen sene durup dururken Öyle Bir Geçer Zaman ki'yi izlemeye başlamıştım. İzlemek derken tüm sahneler değil, internetin verdiği özgürlükle sadece Aylin-Soner sahnelerini izliyordum.. Zeynep Farah Abdullah-Mete Horozoğlu'nun uyumu çok çok iyiydi ve sonlara doğru Aylin'i bekleyen hazin sonu fark ettikçe üzülüp, bir sonraki sezonun olmayacağını ummuştum.

Bu sebepten olacak; 3 tane alternatif sonum var benim Aylin ve Soner için.

İlkinde Soner Aylin'in arkasından seslenip kardeşi Murat'ın ölümünün gerçek sebebini - Aylin ve Soner'in düğün günlerindeki intiharını anlatıyor ve Aylin, Soner'in kendisini terk edişinin sebebini anlamasıyla birlikte Soner'e koşuyor. Çok fazla konuşmuyorlar, onların anlaşması için konuşmalarına gerek de yok zaten. Orada kararıyor ekran ve "Mutlu Son" yazısı çıkıyor ekranda..
İkincisinde bununla yetinmiyor senarist; düğün de göstermeden olmaz, Aylin-Soner seven dizikolikler pek mızmızlanır diye deniz yıldızlarıyla (ki deniz yıldızı benim için de özel olan bir öğe olduğundan sanırım iki kat etkiliyor beni bu ikilinin deniz yıldızlarıyla olan bağı) bezeli düğünlerini de görüyoruz. Herkes mutlu, ama en mutlu Aylin.. Işık saçıyor karnında kızıyla birlikte. Karı koca birbirine çok ama çok aşık.. "Evet" diyorlar, doya doya öpüyorlar birbirlerini, sürekli birbirlerine sevdiklerini söylüyorlar, dans ediyorlar, keyfini çıkartıyorlar en mutlu günlerinin.. Sonra ekran kararıyor ve "Mutlu Son" yazısı çıkıyor ekranda..
Üçüncüsü buruk bir hikaye.. Soner Aylin'i kaybediyor doğum esnasında. Kızını hiç görmüyor Soner; içine kapanıyor, yurt dışına kaçıyor, Aylin'in hayaliyle yaşıyor. Seneler geçiyor böyle. Günün birinde kızıyla karşılaşınca da onun Aylin'e ne kadar benzediğini fark edip iyice kahroluyor. Deniz'i her gördüğünde anılar canlanıyor gözünde - Deniz'de Aylin'i  görüyor, Aylin'i gördükçe çıldırıyor, içinden attığı çığlıkları kimse duymuyor. Karısının mezarına koşuyor sonra; çektiklerini bir o anlar, bir o dinler diye.. Anlatıyor bunları bir bir. Onu hala ne kadar çok sevdiğini, hep seveceğini söylüyor. Deniz'i, kızlarını sevdiğini ve onu aslında suçlamaması gerektiğini bildiğini bir tek Aylin'e itiraf edebiliyor. Ve bundan sonra da sadece kızı için yaşamak, onun için iyileşmek, kızına iyi bir baba olmak istiyor.. Sahne bitip, kamera kararmakta olan havaya dönerken ekranda "Son" yazısı beliriyor. 
Bana kalırsa dördüncü bir son yok Aylin ve Soner'e dair.. Soner'in Aylin'siz, yeni aşklarla dolu bir hayatı yok. Aylin'in hatırasının yavaş yavaş silikleştiği ve sonunda kaybolduğu bir hikaye yok. 
O yüzden de izlemiyorum artık diziyi. Senaristin reyting kaygısıyla Soner'e yazmaya çalışacağı romantik komediyi izleyesim yok, olmayacak da.. Ne yapayım, konu dizi senaryosu bile olsa duygusal olabiliyorum böyle :)


3 Eylül 2012 Pazartesi

İspanya sevdim seni!

İspanya güzel ülke! En azından Barcelona ve İbiza'yı baz alarak bu genellemeyi yapabileceğime inanıyorum.. (Evet doğru tahmin - yoğun geçen bir senenin ardından bir haftalık ilk tatilime çıktım bayramdan istifade)

En yakın arkadaşlarımdan biriyle kız kıza tatil konseptini hayata geçirdik - Barça'da her gün Gaudi'nin bilimum eserlerini keşfe çıkmamız, İspanyol insanlarından çok siesta yapışımız, tek derdimizin "Tapas'ı şurda mı yesek burda mı yesek" oluşu, 200 çeşit yanan shot'a sahip Chupitos'ta art arda 4'er shot'ı saniyeler içinde içişimiz, Barcelona'nın her yerini Taksim sanıp mekanlar arası mesafenin yürüyüş mesafesi olduğuna inancımızın topuklu bilimum maceralara rağmen uzun bir süre devam edişi, tatilin bir noktasından sonra su yerine Sangria içmeye başlamam (yok yok suyu da her gün 2 litre içmeye devam edip her seferinde 5 saniyede yarım litre suyu bitirişimle arkadaşımı şoktan şoka sürüklemem), Barcelona'da gece hayatının 00:30 gibi başlayışını geç fark edişimiz, bundan yola çıkıp İbiza'ya hazırlıklı gitmemiz ama bu kez İbiza'daki hayatın 02:30'dan sonra başlamasıyla İspanya'nın bizimle bir kez daha oyun oynayışı, 5 konseptli gece kulüplerini keşfedişimiz, kızlardan çok birbirleriyle ilgilenmeyi tercih eden hoş çocuklar (sabah, öğlen, akşam, gece her saatte İbiza'da her yerde), ritüel halinde güneşin batırıldığı Cafe del Mar ve müzikleri, Barcelona'ya geri dönüşle birlikte tüm zamanımızı liman tarafında geçirişimiz ve şehri bin kat daha çok sevişimiz... Daha yazardım da tatilin tüm detaylarını buradan paylaşmayayım, merak edip komik ve çılgın kısımları dinlemek isteyenler olursa sorsun anlatayım :)


Ay evet tatil bir solukta bitti.

Amaaa tabii ki yenisi yolda, bayramları seviyorum!

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Durup dururken!

Keyifler yerindeyken durup dururken içine işleyip hüzünlendiriyor insanı şu şarkı..

Senin gökyüzünde benim yerim yoktu
Kuru dallarında kanatlarım kırılıp koptu
Senin toprağında benim evim yoktu
Kader aynı sondu yazdığı son hikaye buydu...

Enteresan bir sesi var Göksel'in.. Bu şarkıyı başka herhangi biri söylese bu kadar etkilenmeyebilirdim..


1 Temmuz 2012 Pazar

Sorry to interrupt but... I'm his girlfriend.

Geçen hafta 2 Broke Girls izlemeye başladım. Tamamen farklı iki dünyadan gelen iki kızın (Max ve Caroline) birlikte yaşama çabaları ve birlikte bir iş kurma hayalleri üzerine kurulu.. Yabancı diziler için klişe haline gelmiş yanları var tabii ki bazı argo kullanımları ve espirileri ile ama her iki karakter de gerçekten 3 boyutlu yaratılmış karakterler.. Var olduklarına inanası geliyor insanın. Özellikle de Max'in kendisiyle ve çevresiyle sürekli bir dalge geçme modunda olmasını, laf sokmaktan aldığı zevki, Caroline'la arkadaş olmayı isteyip bunu ona belli etmemeye çalışmasını ama tabii ki Caroline'ın sempatik halleri ve inadı sayesinde arkadaş oluşlarını izlemek baya eğlenceli.. 20 dakikalık komedi dizilerini cidden seviyorum.
Altta yazdıklarım spoiler içeriyor, duyurulur :)

İzlediğim son iki bölümü ise (durumu tamamen aynı yaşamasam da) çok empati kurdurdu. Max'in hoşlandığı çocuğun onu öpecek gibi olup kendini geri çekmesi, Max'in buna anlam veremeyişi, Caroline'ın duruma bir kalıp bulma çabaları.. Ve beklenmedik bir son.
---
Caroline: "See Max? This is what happens when you don't deal with your feelings. And next thing you know, you are an old lady and you're still thinking 'Why didn't he kiss me?' "
Max: "Why didn't he kiss me?"
Caroline: "I don't know. Why didn't you kiss him? You obviously like him, right?"
Max: "..."
Caroline: "Max stop hoarding your feelings! Just admit that you like him."
Max: "I like him."
Caroline: "So next time you see him, why don't you kiss him?"
Max: "I don't know if I can kiss him first."
***
Caroline: "Hey it's Johnny!"
Johnny: "What're you doing here in this neighborhood?"
Max kisses Johnny.
Cassandra: "Well hello. Sorry to interrupt you but.. what the hell is going on here?!"
Johnny: "This is umm.."
Cassandra: "I'm Cassandra. Johnny's girlfriend."
---
Sanırım tam da bu tarz bir korkudan ilk adımı atmak hep zor oluyor..
Diziyi izleyin, cidden güzel!

10 Haziran 2012 Pazar

The Little Things

3 sene önce tanışmıştım Colbie Caillat şarkılarıyla. Ara ara dinlemek iyi geliyor kendisini, özellikle de yazın geldiği şu günlerde şöyle mutlu-sempatik-aşık üçlemesi iyi geliyor :)

İki şarkısına özellikle bayılıyorum. Bunlardan birini paylaşasım geldi bugün.. Tam biz kızların "oldu mu olmadı mı ay acaba olacak mı" serzenişleri sırasında söylediğimiz sözlere sahip. En ufak hareketle ve konuşmayla heyecanlandığımız, "adım atsam mı atmasam mı, belli ediyor muyum etmiyor muyum" sürüncemesinde kaldığımız ve çoğunlukla o adım atmadan atamadığımız zamanları çok güzel anlatıyor şarkı.

Sebebi ne olursa olsun bir sonraki adımı henüz atamamışlara gelsin bu şarkı - belki gereken cesareti verir 5. dinleyiş dolaylarında.. :)
---
the little things, you do to me are
taking me over, I wanna show you
everything inside of me 
like a nervous heart that, 
is crazy beating
my feet are stuck here, 
against the pavement
I wanna break free, 
I wanna make it
closer to your eyes, 
get your attention
before you pass me by
and every time, 
you notice me by
holding me closely, 
and saying sweet things
I don't believe, that it could be 
you speaking your mind and, 
saying the real thing 
my feet have broken free, 
and i am leaving
I'm not gonna stand here, feeling lonely but
I won't forget you, 
and I won't think this was just a waste of time


so back up back up 
take another chance
don't you mess up mess up 
I don't wanna lose you
wake up wake up 
this ain't just a thing that you 
give up give up don't you say that 
I'd be better off better off, 
sleeping by myself and wondering
if im better off better off, 
without you boy 
but don't just leave me hanging on..
---


Klibini de izleyin:
http://www.youtube.com/watch?v=rWwmMSMzEyw

4 Haziran 2012 Pazartesi

It's got to be...pe-e-e-e-rfect. (vol 2)

Pozitifliklerle dolu bir hafta sonu geride kalınca, insan haftaya da neşeli başlıyor.. Kuşlar, kelebekler, çiçekler, cıvıltılar, koşturan çocuklar, denizin sesi, yaz tatilini anımsatan anlar, denize karşı bankta oturmuş yapılan sohbetler, sıcağa rağmen çok iyi gelen upuzun bir yürüyüş.. Mükemmellik. 

Mükemmellik diyince çağrışım yaptı...

Bu şarkıyı, sevmeden/aşık olmadan hayatındaki bir boşluğu doldurmak için ilişki sürdürenlere armağan edeyim bari. Onlardan değilseniz aferin size, bence de aceleye gerek yok, it's got to be perfect.


Don't want half-hearted love affairs
I need someone who really cares.
Life is too short to play silly games
I've promised myself I won't do that again.
It's got to be perfect
It's got to be worth it
Yeah.
Too many people take second best
But I won't take anything less
It's got to be...pe-e-e-e-rfect.

3 Haziran 2012 Pazar

There is a light that never goes out

Take me out tonight
Oh, take me anywhere,
I don't care I don't care,
I don't care
Driving in your car
I never never want to go home
Because I haven't got one,
Oh, I haven't got one
And if a double-decker bus
Crashes into us
To die by your side
Is such a heavenly way to die
And if a ten-ton truck
Kills the both of us
To die by your side
Well, the pleasure - the privilege is mine
Oh, there is a light and it never goes out
There is a light and it never goes out
There is a light and it never goes out
There is a light and it never goes out ...

Klasikleşmiş bir durum - çok sevmeme rağmen ne zamandır dinlememiştim bu şarkıyı. Ta ki sakin bir Cuma akşamı "500 Days of Summer"ı tekrardan izlerken şarkının varlığını hatırlayıp, heyecanlanıp, filmi durdurana kadar. Yani gözlerimi kapatıp kendimi 9 tekrar halinde şarkıya kaptırana kadar.


Gerçekten bu kadar sevmek mümkün mü acaba birini? Sevdiğini söylemekten korkmayı anlıyorum, o gelgiti hepimiz yaşamışızdır hatta belki şimdi bile her gün yaşıyoruzdur ama şu şarkının huzurlu temposunun arkasındaki o aşık-endişeli-gerisevilmemektenacayipkorkan-yarıdepresif haller beni her dinleyişimde etkiliyor.

Düşününce, "To die by your side is such a heavenly way to die" aslında inanılmaz derecede arabesk gelebilir kulağa. Ama tam bu cümledeki tonlamadan ve şarkının geri kalanının sempatik aşık halinden sanırım o kadar samimi geliyor ki, birine tam da bu cümleyi, tam da bu şekilde söyleyebilmek ve aynı kişiden bunu duyabilme isteği uyanıyor içimde. "The pleasure, the privilege is mine" da bir sempati katıyor şarkıya gözümde - apayrı bir tat bırakıyor.

Filmle de birleşince, tüm o acılarına, göz yaşlarına, sıkıntılarına, zaman zaman mutsuzluklara, potansiyel travmatik hallere rağmen aşık olası geliyor insanın. Hem ne de olsa "there is a light and it never goes out", di mi?

http://www.youtube.com/watch?v=9IltBcAmE9E&feature=related

8 Nisan 2012 Pazar

Wherever you will go

Uzun zamandır bu kadar güzel bir cover dinlememiştim. Sanırım şarkıyı sözleriyle, müziğiyle çok sevmemin de etkisi var tabi.

http://www.youtube.com/watch?v=v-cS-P-9DPA&ob=av2n

3 Nisan 2012 Salı

THE tour

3 hafta sonra şurada olacağımı bilmek: Mutluluk!

http://www.wbstudiotour.co.uk/

1 Nisan 2012 Pazar

7 adım - 10 gün

Geçen hafta, yayınlanmış 12 bölümünü birden tek seferde izlediğim "Awkward"a benzer bir dizi daha bulup bu Pazar akşamımı da ona adayabileyim diye imdb'de Awkward'a benzer dizi ve filmlere bakıyordum ki karşıma çok sevdiğim "How to lose a guy in 10 days" çıktı. Bundan esinlenmiş olacağım ki oturup ben de bir "How to get over a guy in 7 steps in 10 days" isimli yazı yazayım dedim Güzin abla tadında. Niye böyle bir şey yaptın diye sormayın, ben de bilmiyorum.

1) Bu arkadaşımız yakışıklı olabilir, komik olabilir, sempatik olabilir falan filan ama illa rahatsız edici yanları vardır. Bunlara odaklan.
2) Platonik bir durumsa seninki - zaten kendini bir süredir küçümsüyorsundur ilişki gerçeğe dönemediğinden. Buna bir dur de ve kendinde sevilesi özellikleri hatırla. Bahsi geçen eski erkek arkadaşsa da, onun sende sevmediği ve o yüzden senin vazgeçtiğin hareketlerher neyse, bir güzel o hareketlerle geçir önündeki 10 günü.
3) Dikkatini dağıtacak birkaç şey belirle. Alakasız şeylerle uğraş gün içinde. Karşılaştığında, sana telefon ettiğinde vs bu alakasız şeyleri getir aklına ve onu/aramalarını görmezden gel. Görmezden gelemeyeceğin durumlar varsa da durumun gerektirdiği kadar konuş - daha fazlasına çıkarmaya meyillensen de durdur kendini.
4) Ufak detaylara takılmamayı öğren. Her dediğinden her yazdığından bir mesaj çıkarma çabasına hiç girme.
5) Onunla ortak olmayan arkadaşlarınla daha çok zaman geçir. İlla sosyal bir ortamda bir aradaysan da yakınında olma pek.
6) Arkadaşlarınla habire ondan bahsetme.
7) Bunları uygularsan da uyguladığından kimseye bahsetme, işi boşuna büyütme.

We fell in love in a hopeless place

Bugün (gerektiğinde azarlayıp, kızıp, söylenip beni bir şekilde kendime getirmeyi başaran) yakın bir arkadaşım sayesinde fark ettim ki - aradan üç yıl geçmiş, özne değişmiş, ama ben bir adım ileri gidememişim. E artık büyüsem hiç fena olmayacak.


("E bu başlık ne alaka peki?" diyenlere - bu gece dışarı çıktığımda Rihanna'nın "We Found Love"ına bu şekilde yeni bir yorum kattım. Fena olmadı bence, üstelik şarkının yeni ismini de "Hopeless Place" ilan ettim. Yatmadan bunu da paylaşayım istedim. Oh rahatladım, artık uyuyabilirim.)

18 Mart 2012 Pazar

My Life According to Kings of Convenience


Are you a male or female?
The Girl from Back Then

Describe yourself:
Surprise Ice

How do you feel?
Little Kids

If you could go anywhere, where would you go?:
Cayman Islands

What is your favorite form of transportation:
Boat Behind

Your best friend[s] is[are]:
The Pessenger

What's the weather like?:
Summer on the Westhill

Favourite time of day?
24-25

If your life was a TV show, what would it be called?
Know How

What is life to you?
Parallel Lines

Your current relationship?
I'd rather dance with you than talk with you.

Your greatest fear?
Misread

What is the best advice you have to give?
Stay out of trouble!

Thought for the Day?
Love is no big truth :)

How would you like to die?
Peacetime resistance

Your soul's present condition is:
Riot on an empty street

Your motto for love is:
Rule my world

12 Mart 2012 Pazartesi

will-they-or-won't-they?

biraz heyecan, biraz entrika, biraz bilinmezlik, biraz sürpriz, biraz adrenalin, biraz klişe, biraz kalp çarpıntısı, biraz merak, biraz soru işareti, biraz uykuların kaçması, biraz mutlu olma, biraz sonra mutsuz olma, biraz ümitlenme, biraz ümitsizliğe kapılma, biraz tahmin edememe, biraz aslında içten içe bilme, biraz "the one" olma, biraz gelip geçici olma, biraz bekleme, biraz beklememe, çok isteme, "çok istememeliyim" deme, biraz "aslında çok da istememe", biraz sevme, biraz "yok sevmiyorum" deme, biraz kavuşur gibi olma, biraz kavuşamama, biraz hızlı koşma, biraz ağırdan alma, biraz flört etme, biraz uzaklaşma, biraz "acaba" deme, biraz "yok canım" deme, biraz heves, biraz arzu, biraz nefret, biraz sinirlenme, biraz yumuşama, biraz erime, biraz donma, biraz keyif, biraz acı, biraz gözyaşı, biraz kahkaha, biraz gitme, biraz gelme, biraz umursamama, biraz kafaya takma, biraz düşünme, biraz unutma, biraz hatırlama, biraz inanma, biraz inanmama, biraz inanamama, biraz vazgeçme, biraz vazgeçememe.

10 Mart 2012 Cumartesi

The Piano Guys

Tesadüfen keşfettim kendilerini. Çok sevdiğim şarkıları piyano ve çello ile coverlamışlar, şahane olmuş. Hepsini dinleyin!!

Rolling in the Deep
http://www.youtube.com/watch?v=lUjWJSnGVB0

Paradise
http://www.youtube.com/watch?v=Cgovv8jWETM

Without You
http://www.youtube.com/watch?v=dfRtPbBFoGg

Somewhere over the Rainbow
http://www.youtube.com/watch?v=jzF_y039slk

16 Şubat 2012 Perşembe

Stereo Hearts

My heart's a stereo
It beats for you, so listen close
Hear my thoughts in every note
Make me your radio
Turn me up when you feel low
This melody was meant for you
Just sing along to my stereo

I only pray you never leave me behind
Because good music can be so hard to find
I take your head and hold it closer to mine
Thought love was dead, but now you're changing my mind

My heart's a stereo
It beats for you, so listen close
Hear my thoughts in every note
Make me your radio
Turn me up when you feel low
This melody was meant for you
Just sing along to my stereo
Oh oh oh oh To my stereo
Oh oh oh oh So sing along to my stereo

14 Şubat 2012 Salı

Serendipity

"Do you believe in faith?"

28 Ocak 2012 Cumartesi

Kolayını anlat...

Durup dururken aklıma geldi kaç ay önce arkadaşlarımın izlemem için ısrar ettikleri film. Merak ediyordum ama nedense izleyesim gelmemişti bir türlü. Oturdum ilk başta son sahnesini izledim. Kitaplarda çok yapıyorum ama filmlerde yapmam demiştim ya birkaç yazı önce, yaptım. Zaten biliyordum sonunu ama pek fark etmedi - sadece son sahneyi izleyince de ağladım, baştan başlayıp sonuna geldiğimde de.

Eminim birçok blogda ve sahnelerin yer verildiği sitede vardır ve bu yüzden çok klasik olacak biliyorum ama kapanış sözlerinden alıntılar vereceğim sadece bu yazıda.

Spoiler falan dinlemeyin alın DVD'sini, izleyin İncir Reçeli'ni...


"Şimdi kapat gözlerini, yapacağın güzel şeyleri düşün. Beni unut demeyeceğim; çünkü ben seni unutamazdım. Ama sakın hayata küsme. Dışarıda hikayelerini anlatmanı bekleyen binlerce hayat var. Hepsi de anlaşılmayı bekliyor benim gibi… Yaz aşkım, hiç durmadan yaz. Birbirlerini anlat onlara. Birbirlerine değerek, birbirlerine dokunarak yaşamanın güzelliğini anlat. Birbirlerine karışmayı anlat. Yaşam savaşı içinde yaşamayı, yaşatmayı unuttuklarını anlat. Sevişmeyi anlat onlara… En zor anlarda bile, hiç ayrılmamacasına tek vücut olmayı anlat. Yanlız yürümek zor, kolayını anlat."

2 Ocak 2012 Pazartesi

Olmuyorsa olmuyor, napalım? Next please!

Küçüklüğümüzde biz kızlara derler ya hep, "Bir yaşa gelene kadar erkekler kızlara sataşmayı çok severler çünkü aslında aşık olduklarında bunu başka nasıl ifade edeceklerini bilemezler. O yüzden kızların saçlarını çekerler, onlara çelme takarlar, sözleriyle kızdırırlar". Valla ben de inanırdım hep bu söylenene ne yalan söyleyeyim.. Ama bir gün "He's Just Not That Into You" isimli filmi izledim bundan bir buçuk sene önce ve duruma bakışım değişti .

Filmi çok beğenmez insanlar genel olarak, ki fazlaca romantik komedi olduğundan, aşırı ünlü isim içerdiğinden, klişelere dayandığından gayet de anlıyorum tasvip etmeyenleri. Yine de filmde verilen mesajlar çok içten geliyor bana, tespitler sahiden çok doğru ve izleyen kadınlarda belirli bir aydınlanma yaşatma gücüne sahip.

Mesajı da basit aslında filmin: "Bir erkek bir kadını seviyorsa, engel tanımaz, ne yapar eder bir şekilde hislerini anlatır. Ve biz sevgili kadınların oynamayı o çok sevdiği, obsesifliğe kadar yolu olan "kriptoloji" ile (bkz: Ay acaba bunu derken şunu mu demeye çalıştı? Bana neden gülümsedi? Mesajında smiley var kesin bir anlamı olmalı. Facebook'unda paylaştığı şarkı sözleriyle ne demeye çalıştı acaba?) erkeklerin hiç ama hiiiç işi yoktur. Netlerdir yani! Gizli mesajlar vermekle zaman kaybetmezler, daha doğrusu uğraşmazlar. Hoşlanıyorlarsa hoşlanıyorlardır ve bunu "hissettirmeye" çalışmazlar. Giderler söylerler. Söylemiyorlarsa da lütfen mesajı net anlayınız - he's just not that into you."

O yüzden ne yapıyoruz? Ortaokul ruhunu bir kenara bırakıp, kendimizde kriptolojik bir haller fark eder fark etmez filmi tekrardan hızlıca bir izliyoruz.