3 Haziran 2012 Pazar

There is a light that never goes out

Take me out tonight
Oh, take me anywhere,
I don't care I don't care,
I don't care
Driving in your car
I never never want to go home
Because I haven't got one,
Oh, I haven't got one
And if a double-decker bus
Crashes into us
To die by your side
Is such a heavenly way to die
And if a ten-ton truck
Kills the both of us
To die by your side
Well, the pleasure - the privilege is mine
Oh, there is a light and it never goes out
There is a light and it never goes out
There is a light and it never goes out
There is a light and it never goes out ...

Klasikleşmiş bir durum - çok sevmeme rağmen ne zamandır dinlememiştim bu şarkıyı. Ta ki sakin bir Cuma akşamı "500 Days of Summer"ı tekrardan izlerken şarkının varlığını hatırlayıp, heyecanlanıp, filmi durdurana kadar. Yani gözlerimi kapatıp kendimi 9 tekrar halinde şarkıya kaptırana kadar.


Gerçekten bu kadar sevmek mümkün mü acaba birini? Sevdiğini söylemekten korkmayı anlıyorum, o gelgiti hepimiz yaşamışızdır hatta belki şimdi bile her gün yaşıyoruzdur ama şu şarkının huzurlu temposunun arkasındaki o aşık-endişeli-gerisevilmemektenacayipkorkan-yarıdepresif haller beni her dinleyişimde etkiliyor.

Düşününce, "To die by your side is such a heavenly way to die" aslında inanılmaz derecede arabesk gelebilir kulağa. Ama tam bu cümledeki tonlamadan ve şarkının geri kalanının sempatik aşık halinden sanırım o kadar samimi geliyor ki, birine tam da bu cümleyi, tam da bu şekilde söyleyebilmek ve aynı kişiden bunu duyabilme isteği uyanıyor içimde. "The pleasure, the privilege is mine" da bir sempati katıyor şarkıya gözümde - apayrı bir tat bırakıyor.

Filmle de birleşince, tüm o acılarına, göz yaşlarına, sıkıntılarına, zaman zaman mutsuzluklara, potansiyel travmatik hallere rağmen aşık olası geliyor insanın. Hem ne de olsa "there is a light and it never goes out", di mi?

http://www.youtube.com/watch?v=9IltBcAmE9E&feature=related

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder