10 Haziran 2012 Pazar

The Little Things

3 sene önce tanışmıştım Colbie Caillat şarkılarıyla. Ara ara dinlemek iyi geliyor kendisini, özellikle de yazın geldiği şu günlerde şöyle mutlu-sempatik-aşık üçlemesi iyi geliyor :)

İki şarkısına özellikle bayılıyorum. Bunlardan birini paylaşasım geldi bugün.. Tam biz kızların "oldu mu olmadı mı ay acaba olacak mı" serzenişleri sırasında söylediğimiz sözlere sahip. En ufak hareketle ve konuşmayla heyecanlandığımız, "adım atsam mı atmasam mı, belli ediyor muyum etmiyor muyum" sürüncemesinde kaldığımız ve çoğunlukla o adım atmadan atamadığımız zamanları çok güzel anlatıyor şarkı.

Sebebi ne olursa olsun bir sonraki adımı henüz atamamışlara gelsin bu şarkı - belki gereken cesareti verir 5. dinleyiş dolaylarında.. :)
---
the little things, you do to me are
taking me over, I wanna show you
everything inside of me 
like a nervous heart that, 
is crazy beating
my feet are stuck here, 
against the pavement
I wanna break free, 
I wanna make it
closer to your eyes, 
get your attention
before you pass me by
and every time, 
you notice me by
holding me closely, 
and saying sweet things
I don't believe, that it could be 
you speaking your mind and, 
saying the real thing 
my feet have broken free, 
and i am leaving
I'm not gonna stand here, feeling lonely but
I won't forget you, 
and I won't think this was just a waste of time


so back up back up 
take another chance
don't you mess up mess up 
I don't wanna lose you
wake up wake up 
this ain't just a thing that you 
give up give up don't you say that 
I'd be better off better off, 
sleeping by myself and wondering
if im better off better off, 
without you boy 
but don't just leave me hanging on..
---


Klibini de izleyin:
http://www.youtube.com/watch?v=rWwmMSMzEyw

4 Haziran 2012 Pazartesi

It's got to be...pe-e-e-e-rfect. (vol 2)

Pozitifliklerle dolu bir hafta sonu geride kalınca, insan haftaya da neşeli başlıyor.. Kuşlar, kelebekler, çiçekler, cıvıltılar, koşturan çocuklar, denizin sesi, yaz tatilini anımsatan anlar, denize karşı bankta oturmuş yapılan sohbetler, sıcağa rağmen çok iyi gelen upuzun bir yürüyüş.. Mükemmellik. 

Mükemmellik diyince çağrışım yaptı...

Bu şarkıyı, sevmeden/aşık olmadan hayatındaki bir boşluğu doldurmak için ilişki sürdürenlere armağan edeyim bari. Onlardan değilseniz aferin size, bence de aceleye gerek yok, it's got to be perfect.


Don't want half-hearted love affairs
I need someone who really cares.
Life is too short to play silly games
I've promised myself I won't do that again.
It's got to be perfect
It's got to be worth it
Yeah.
Too many people take second best
But I won't take anything less
It's got to be...pe-e-e-e-rfect.

3 Haziran 2012 Pazar

There is a light that never goes out

Take me out tonight
Oh, take me anywhere,
I don't care I don't care,
I don't care
Driving in your car
I never never want to go home
Because I haven't got one,
Oh, I haven't got one
And if a double-decker bus
Crashes into us
To die by your side
Is such a heavenly way to die
And if a ten-ton truck
Kills the both of us
To die by your side
Well, the pleasure - the privilege is mine
Oh, there is a light and it never goes out
There is a light and it never goes out
There is a light and it never goes out
There is a light and it never goes out ...

Klasikleşmiş bir durum - çok sevmeme rağmen ne zamandır dinlememiştim bu şarkıyı. Ta ki sakin bir Cuma akşamı "500 Days of Summer"ı tekrardan izlerken şarkının varlığını hatırlayıp, heyecanlanıp, filmi durdurana kadar. Yani gözlerimi kapatıp kendimi 9 tekrar halinde şarkıya kaptırana kadar.


Gerçekten bu kadar sevmek mümkün mü acaba birini? Sevdiğini söylemekten korkmayı anlıyorum, o gelgiti hepimiz yaşamışızdır hatta belki şimdi bile her gün yaşıyoruzdur ama şu şarkının huzurlu temposunun arkasındaki o aşık-endişeli-gerisevilmemektenacayipkorkan-yarıdepresif haller beni her dinleyişimde etkiliyor.

Düşününce, "To die by your side is such a heavenly way to die" aslında inanılmaz derecede arabesk gelebilir kulağa. Ama tam bu cümledeki tonlamadan ve şarkının geri kalanının sempatik aşık halinden sanırım o kadar samimi geliyor ki, birine tam da bu cümleyi, tam da bu şekilde söyleyebilmek ve aynı kişiden bunu duyabilme isteği uyanıyor içimde. "The pleasure, the privilege is mine" da bir sempati katıyor şarkıya gözümde - apayrı bir tat bırakıyor.

Filmle de birleşince, tüm o acılarına, göz yaşlarına, sıkıntılarına, zaman zaman mutsuzluklara, potansiyel travmatik hallere rağmen aşık olası geliyor insanın. Hem ne de olsa "there is a light and it never goes out", di mi?

http://www.youtube.com/watch?v=9IltBcAmE9E&feature=related