16 Mayıs 2010 Pazar

Yine bir şarkı sözü

İki sene önce yayınlanmaya başladığında hayli dalga geçmiştim Gossip Girl ile. Serena karakterinde dalga geçilecek bolca şey bulduydum o zamanlar, anca Dan Humphrey'nin babası Rufus için izlenir bu dizi demiştim. Sonra nasıl bir dizi boşluğuna düştüysem, oturup biraz fastforward modunda (çoğu bölümü en fazla 20 dakikada bitirerek) bitirdim yayınlanmış tüm bölümleri. Birçok izleyici gibi ben de Blair-Chuck çiftinin enteresan ilişkisinden dolayı izlemeye devam ettim sanırım Gossip Girl'ü.


Tabi bir de ara ara çalan güzel şarkılar da yok değil.. Örneğin dizinin şaşırtıcı bir şekilde bana kattığı şarkıların arasında "Hanson - Go", "Sum 41 - With Me" ve "Shiny Toy Guys - Season of Love" var.

Haydi bu sefer de dizinin bu hafta yayınlanacak 3.sezon finali şerefine Chuck ve Blair'in üçüncü sezonda ayrıldıkları bölümün en sonunda çalan, hayli etkileyici bir müziği olan The Burned - Make Believe'in sözlerini paylaşayım burada...

Who’s to know my world?
Who's to share my worry?
Mountains rise and fall all the time
And it doesn't mean a damn thing to god

So make believe in miracles instead

Who's to show no fear?
Then cast the first stone at the mirror
And break the spell you put on yourself
And crack your shell wide open again

And make believe in miracles my friends

Who's to give everything,
Just to serve what they believe in?
That's the way you play the game of life
You create the world you want to see outside
And remember what it's like to play god

And make believe in miracles again
Make believe in miracles my friends...

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Tanı(ma)dık bir duygu...

Anaokulundayken kendisine sürpriz doğum günü yapılan minik kızın, “ah tam yemelik” dedirten yanaklarının kıpkırmızı olması ve bir eli neredeyse tamamen ağzında şaşkın şaşkın dururken, bir taraftan da içeride kendisi için “iyi ki doğdun” diyen arkadaşlarına ve öğretmenlerine ne yapacağını bilmeden bakmasıdır utanmak. Sonra ufak kızın ayaklarını sürüye sürüye, en sevdiği öğretmeninin elini sımsıkı tutarak, içindeki o karmaşık duyguları yenmeye çalışarak ve kızarmaya her daim devam ederek içeri girmeye her şeye rağmen cesaret edebilmesidir. Tabii bir de iki yanına en sevdiği iki kişiyi oturturken, bunlardan birinin en yakın arkadaşı, diğerinin ise âşık olduğu ufaklık olduğu bilinci vardır ki bu iyice koyu kıvama getirmektedir içindeki şu tarifi zor duyguyu. Minik ellerinin soğukluğu ile deli gibi yanan yanakları arasındaki tezat da cabası... Ama en çok da gülen gözlerinden daha az cesur olan dudaklarındaki o yukarı doğru kıvrılma çabası küçük kızı ele veriyordur. Evet, utanıyordur küçük kız. Sevilmekten, sevildiğini bilmekten utanıyordur ve galiba bunu ilk kez o gün fark etmiştir. İsimlendirmemiştir henüz, etiketlendirmemiştir bu duyguyu; fakat onun da zamanı gelecektir.

Okula başlamış olan ufak kızın ilk kez tahtaya kalktığında gözlerinin dolu dolu olup ne diyeceğini, elini kolunu nereye koyacağını bilemediği bir an vardır sonra. Emindir gerçi dümdüz bir çizgi üzerindeymiş gibi yazdığına, sayılarının güzel gözüktüğüne ve harflerinin birbiriyle pek uyumlu olduğuna. Ama yerine oturduğunda bir de ne görsün... Tahtanın sol üstünden başlamış, yazısını kaydıra kaydıra son harfi apayrı bir hizaya koymuştur. Sınıfın haylazının gözünden kaçar mı? Dalgasını geçer elbette. Dudağını ısırır küçük kız, ders boyunca da konuşası gelmez hiç. Bıcır bıcır halleri kaybolur ortadan bir süreliğine; hiç sevmez kendisinin bu halini.
Ama ufak bir çocuğun kendi yazdığı hikayeyi yüksek sesle okurken sesinin çatladığını duydukça, kovalamaca oynarken yere kapaklanan bir kızın dizleri kanarken, arkadaşlarından duyduğu kahkahalarla birlikte göz yaşlarının sessizleştiğini fark ettikçe, terlemesin diye annesinin sırtına zorla havlu sıkıştırdığı çocuğun mor tonlarında seyreden yüz rengini gördükçe bu duyguyu iyiden iyiye kavramaya başlar ufak kız. Demek sırf kendisine ait değildir bu his; bambaşka durumlarda, başkalarından dolayı, başkaları da hissediyordur kendisi gibi.

Biraz daha zaman geçer aradan. Ve artık biliyordur pek ısınamadığı duygunun ismini: “Utanmak” diyorlarmış büyükler. Duyduğuna göre ne zaman, nerede geleceği belli olmayan, sürpriz yapmaktan pek zevk alan garip bir duyguymuş meğer kendisi. Bazen söylenemeyen sözlerin arkasındaki sebepmiş, bazen söylenen sözlerin peşi sıra gelirmiş. Bazen iki kişinin arasındaki suskunlukmuş, bazense kavgaları sinsi sinsi takip edermiş. Gösterilemeyen bir cesaretmiş kimi zaman, bazen de fazla cesur olunca biri, zafer çığlıklarıyla bu cengaveri altüst edermiş. Hatta rivayete göre, kendini küçümseyenlerin hayatında beliriverirmiş en zayıf anlarını yakalayınca. Hele hele duygusal bir bünye bulduysa kendine zaman geçirecek, uzun süre konaklamayı severmiş. Bazen gereksiz yere yıpratırmış insanları, bazense haklı olurmuş seçiminde. Cezası çok bağlayıcı olamasa da, en azından elinden geleni yaparmış işte... Gerçi bir de pek dokunamadığı kişiler varmış ki, tesadüf mü bilinmez, asıl onlar hak ederlermiş bu duyguyu tatmayı. Hayat boyu kalmayı tercih ettiği kişiler mi? Onlar duygunun kökünden kendilerine bir isim uydururlarmış ve “utangaç” derlermiş kendilerine. Aslında bu kalıcılık utanmanın tercihi bile değilmiş; utangaçların kalkanı olurmuş onlar istedi diye.

Örneklerle, tanımlarla zenginleştikçe utanmanın içi küçük kız için, büyümesi işten değildir artık. Öyle ki, nasıl oldu anlamadan, bu duygu kendisini ziyarete geldiğinde rahatsız olmayı bir kenara bırakmayı öğrenmeye başlar. Başa çıkabilmeyi öğretir kendine utanç katsayısının yüzle çarpıldığı anlarla. Yüz rengi yine kırmızıya yaklaşır evet, hatta ellerinin soğuması da değişmez pek. Ama en azından utanmaktan utanmıyordur artık genç bir kız olan küçük kız. Utanmanın yeni boyutlarını keşfetmesi de an meselesidir bu yüzden.

Gün gelir, ilk resitalinde zaman zaman kontrolü dışına çıkan parmaklarının piyanonun tuşlarına her dokunuşunda tüyleri diken diken olur. Şarkı bitip de dinleyiciyi selamlamak için ayağa kalktığında dengesini korumak için ne yapması gerektiğini düşünürken daha çok nota hatası yaptığını görünce ise, dikkatini nasıl utanacağına yönelik senaryolara vermemesi gerektiğini anlar. Sonra bir mucize olur adeta: Ayağa kalktığında yalpalamak bir yana, kalp atışlarının normalden farksız olduğunu duyumsayıp, küçük kızın nazik gülümsemesiyle değil, çok daha belirgin bir gülümsemeyle dinleyiciyi selamlar. Övgüler de eleştiriler de o yüz kızarıklığını geri getirir gibi olsa bile, bu büyük bir adımdır onun için; yeniyordur işte utanmayı.

Öyle ki, kendince ufak oyunlar yaratır ve meydan okur hâlâ pek hoşlaşmadığı duyguya. Mesela, garipseneceğini bile bile kalabalık bir caddeyi boydan boya şarkı söyleyerek ve kahkaha atarak geçer bir arkadaşıyla. Çakırkeyf olup saçmalar kimi zaman. Susması gerektiği zamanların bilincinde olmasına rağmen konuşmaya devam eder bazen, durulması gereken zamanlarda çocuksulaşır. Sessiz ve kalabalık bir sınıfta soru sorar, soru cevaplar. Emin olmadığı yorumlardan da kaçınmaz; cümlelerini filtrelemeyi azaltır zamanla. Hatta kimi zaman hiç düşünmeden konuştuğu bile olur çünkü daha rahat, daha spontane yaşamak için çaba sarf ediyordur. Tüm bu hareketleri âdeta alay eder “utanmak” ile.

Böyle böyle iyice inandırır kendini, önceleri ürküterek çıkagelen bu duygunun gelişini hep önceden fark edeceğine. Bundan cesaret almış olacak, uzun zamandır içinde tuttuğu şeyleri yazmaya, önce kendine, sonra başkalarına ve nihayet malum kişiye anlatmaya karar verir. Derin bir nefes alır, bir hikaye yazmaya başlar. Hikayenin sonuna yaklaştıkça kendi yazacağı sondan korkar. Alternatif sonlardan bazıları güldürür, bazıları hüzünlendirir; kimi ise yüzünü kızartır. Sonra başkalarına anlatır da anlatır içindekileri, rahatlar. Kararlıdır hâlâ; konuşup rahatlayacağından, pek alışık olmadığı duygularını ifade edeceğinden ve utanmakla eşanlamlı bulduğu sözleri malum kişiye söyleyeceğinden kendine rağmen emindir.
Yaptığı onlarca iç monolog sonrası asıl diyaloğa hazır olarak geçer karşısına. Ne zaman ki yüzündeki soru işaretlerini fark eder, iç monologlar sus pus olur bir anda. Günlerdir sesini yükselten her cümle, yerini tek bir kelimeye bırakır: “Yapma.”

Çok gerilerde bıraktığına inandığı kırmızılık kaplar yanaklarını. Elleri üşümeye başlar. Dudaklarında o çekingen gülümseme ile bakar onun yüzüne ve sessizce “görüşürüz” diyerek uzaklaşır küçük kız.