28 Şubat 2010 Pazar

40 Şarkı

Bu sefer çok bir şey yazmayacağım...
Sadece her daim dinlediğim, hatta bıkmadan usanmadan üst üste yüzlerce kez dinleyebileceğim 40 şarkıyı paylaşacağım.
Bir kısmını hepiniz biliyorsunuzdur tabii ama aralarında dinlemedikleriniz, bilmedikleriniz çıkarsa dinleyin derim.
(Çok sevip de unuttuklarım varsa arada ufak bir çığlık ve dövünme eşliğinde ekleyebilirim, haberiniz olsun =) Zaten 21 diye başlayıp 40'a ulaşmamdan yola çıkarak bunun gerçekleşeceğinin garantisini verebilirim sanırım. )


Aimee Mann - Today's the Day
Alanis Morissette - Precious Illusions
Alanis Morissette - Hands Clean
Amy Macdonald - A Wish For Something More
Annie Lennox - Waiting in Vain
Barbara Streisand - The Way We Were
Beatles - I Wanna Hold Your Hand
Cake - Never There
Carpenters - Top of the World
Carpenters - (They Long to Be) Close to You
Coldplay - Clocks
Cranberries - Every Morning
Dido - Don't Think of Me
Dire Straits - Sultans of Swing
Eva Cassidy - Songbird
Evanescence - My Immortal
Frank Sinatra - Moon River
Keane - Somewhere Only We Know
Kings of Convenience - Misread
Lacuna Coil - To Myself I Turned
Lara Fabian - No Big Deal
Mr. Big - Promise Her the Moon
Norah Jones - What am I to You?
Queen - Crazy Little Thing Called Love
Roxette - Must Have Been Love
Sara Bareilles - Between the Lines
Savage Garden - To the Moon and Back
Sentenced - Killing Me Killing You
Shakira - Objection
Simply Red - Stars
Sting - Mad About You
Texas - I'll See It Through
The Calling - Wherever You Will Go
The Perishers - Sway
Tori Amos - A Sorta Fairytale
Tori Amos - Sleep with Butterflies
Travis - Flowers in the Window
Travis - Love Will Come Through
Whitesnake - Is This Love
Yann Tiersen - Comptine D'un Autre Ete

20 Şubat 2010 Cumartesi

Leverage


Tanıyanlar bilir...
Oldum olası dizilerle fazlasıyla haşır neşir olmuşumdur :)
Geçmişte yerli dizilere olan merakım zamanla yerini ağırlıklı olarak yabancı dizilere bıraktı. Öyle ki herkesin olmazsa olmazı haline gelen Lost, How I Met Your Mother, Chuck gibi dizileri takip etmenin yanında, bir de çok fazla insan tarafından garip bir şekilde keşfedilememiş dizileri de takip eder oldum. Friends'den favorim olan Courtney Cox için izlemeye başlamış olduğum ve hayli eğlenceli olan "Cougar Town" ve her bölümünün senaryosu birer zeka küpü olan "Leverage" gibi...

İki-üç gün önce ikinci sezonunun finalini yapmış Leverage'dan bahsedeceğim bu kez size. Türkiye'de ve hatta yayınlandığı tüm diğer ülkelerde de hak ettiği ilgiyi yeterince bulamadığını düşündüğümü belirterek başlayayım yorumuma hemen.

Leverage aslında ilk bakışta modern bir Robin Hood hikayesi gibi geliyor insana. Çünkü olaylar, bir grup hırsızın (ki bu "takım"ın başındaki Nathan Ford'un kendisiyle asla bağdaştırmadığı bir sıfat aslında) kendilerini kötü adamlara karşı olan bir savaşa adayıp, bilimum vakayı adaletin bıraktığı yerden devralıp sonuca ulaştırmaya çabaladığı hikayeler çevresinde dönüyor.

Nathan Ford hikayemizin ana kahramanı, çünkü inanılmaz çabuk ve yerinde verdiği kararlarla takımın "beyni" o.. Çalıştığı sigorta firmasına kazandırdığı milyonlarca dolara rağmen, oğlunun hayatı söz konusu olduğunda sigorta şirketi ona gerekli olan parayı sağlamıyor ve oğlu kollarında ölüyor. Bu noktada da Nate karakteri bambaşka bir yola giriyor: Bu ve benzeri şirketlerden intikam alıp, masum insanların canının yakılmasını koşulsuz şartsız önlemek hayatının amacı haline geliyor Nate'in ve bu zamana kadar hep peşinden koştuğu azılı hırsızlarla bir takım oluyor.

Aslında iki sezon boyunca Nate'in bocalamasına şahit oluyor seyirci. Bir yandan oğlunun ölümünü sindiremeyen bir babayı izliyoruz. Bir yanda hâlâ aklında olan eski karısı var, bir tarafta da sürekli inkar edilen bu yeni kimliği, kurduğu takımı ile aile olması ama bunu uzun zaman reddedişi ve de bir türlü itiraf edemediği yeni bir aşkı görüyoruz Nate'te. Ve evet, en çok da Nate'in değişimini görüyoruz aslında bu zamana kadar yayınlanmış 28 bölüm boyunca.. O yüzden olacak, her bölümle biraz daha netleşti Nate benim gözümde. İlk sezonun ilk bölümlerinde hareketlerine anlam veremediğim, seviple sevmemek arasında kaldığım Nathan Ford karakteri, ikinci sezon finaliyle benim gözümde sahiden iyiden iyiye yüceldi.

Nate'in takımındaki diğer kişilere gelecek olursam, başlı başına "garip" bir tip olan Parker ile başlayayım.. Parker deyince aklınızda bir erkek canlanmasın. Kendisi aslında gayet de dişi olma potansiyeline sahip, ancak özellikle de ilk sezonda hafif deli ve de inanılmaz gözükara bir portre çizen, sadece soyadını bildiğimiz bir kadın.. Ve de çok çevik bir hırsız. Dolayısıyla tüm "iş"lerde (dizinin her bölümünün ismi ".... Job" şeklinde oluyor) onun bu çevikliğinden ve fiziksel esnekliğinden hayli yararlanılıyor. Duyduğum kadarıyla hiçbir oyuncu dublör kullanmıyormuş çok gerekli olmadıkça, o yüzden dizideki hallerini görseniz hayli takdir edersiniz oyuncunun kendisini =)

Eliot Spencer'a gelecek olursam, kendisi başlı başına bir efsane ve sanırım en çok fan'ı (çoğu bayan olmak üzere) olan karakter de kendisi. Sadece hoş görünüşü değil, ses tonu, fiziksel ve duygusal anlamdaki gücü, takımın ama özellikle de Nate'in arkasını sürekli kollayışı karakterin özellikleri.. Takımın dövüş sanatları uzmanı olduğundan her bölüm kendisini fiziksel kavgaların en ortasında görmek hayli mümkün. Hatta istisnasız her bölüm yumruklarını konuşturuyor sanırsam.

Alec Hardison ise, grubun teknoloji uzmanı - lakabı da buna yaraşır şekilde "hacker". Espirili ve eğlenceli bir karakter o da diğer tüm karakterler gibi.. Nedense beşli arasında bana en az ilginç gelen karakter kendisi.. Oysa her bölüm bilgisayarda harikalar yaratıyor Hardison. Hatta o olmasa karakterler hiçbir bölümü sağ salim tamamlayamazdı sanırsam, hakkını da vermek gerek o yüzden. Sanırım diğerlerinin yanında arka planda kalması diğer karakterleri bana çok sevdirecek belirgin birer özelliklerinin olması. Bilemedim.

Ve Sophie Devereaux.. "The Grifter", yani dolandırıcı. Sahne sanatlarına ilgili olduğundan tiyatroda hayli iddialı bir kadın, ancak onun gerçek sahnesi dolandırıcı kimliğiyle dışarıdayken ortaya çıkıyor. Birçok farklı aksanda konuşabiliyor, kılıktan kılığa girebiliyor ve Eliot-Hardison-Parker üçlüsüne tabiri caizse ablalık yapıp takımın içindeki duygusal bağı sağlamlaştırıyor. Duygusal bağ deyince, Nate'in "iyi adam" zamanlarından beri ilginç bir ilişkilerinin olduğunun da altını çizmek gerek. Çünkü Sophie bir dolandırıcı, Nate ise dolandırıcıların peşindeki sigortacı iken yolları birçok kez kesişmiş ikilinin ve dizide tam olarak açıklanmasa da, o zaman bile aralarında bir kıvılcım oluşmuş. Tabi dürüst ve karısına sadık Nate'in hele ki bir dolandırıcıyla o zamanlar bir şey yaşaması imkansızmış; ancak şimdiki koşullarda o da yavaş yavaş (iyi) bir "hırsız"a dönüşürken aralarında daha adı konabilir bir ilişkinin oluşması kaçınılmaz hale geliyor. Anlayacağınız tüm dizilerin olmazsa olmazı "karmaşık aşk" Nate ve Sophie'nin arasında. Öyle ki bu karmaşa Sophie'yi ikinci sezonun ortasında takımdan uzaklara savuruyor ve de en azından benim açımdan diğer bölümlere göre daha tatsız 4-5 Sophie'siz bölüm olmak zorunda oluyor dizide. Tabii ikinci sezon finalindeki muhteşem sürprizi saymazsak...

Daha fazla spoiler vermeden özetlemek gerekirse, kesinlikle bir şans vermeli bu diziye diyorum ben. Hazır ikinci sezon yeni bitmişken ve üçüncü sezona kadar 3-4 ay varken önümüzde, ilk iki sezonu rahat rahat bitirirsiniz =)

Bir de bugün dinleme fırsatı bulduğum soundtrack'ini de arka plana koyarak dizinin bölümlerini hatırlamak çok mümkün. Tüm bölümlerde çalan şarkıları bir araya getirmişler, çok da iyi yapmışlar. Sadece bir tane sözlü şarkı var soundtrack'te, ki o da herkes tarafından büyük ilgi gören "Not Sure Yet" isimli ve de Andy Lange'a ait şarkı. Şarkı dizinin en kritik Nate-Sophie sahnelerinde arka planı süslediğinden aşk meşke dair bir şeyler söylediğini tahmin edersiniz. Ama işin garip tarafı, şarkının sözlerinin iki cümleden ibaret olması ve benim bunu sahiden çok sonra fark etmem:

I'm not sure yet
About life, about love
But in time I'm sure
It'll all be fine...


Son olarak Nate'in cümlesini kendime uyarlayarak diyorum ki:
Sometimes the bad guys make the best good guys. They provide... Leverage.

(Not 1: Leverage'ın kelime anlamını bilmek isterseniz, sözlüklerde yüzlerce anlamla karşılaşıyorsunuz. Ama bana kalırsa en güzel açıklama şöyle: Leverage is the ability to influence situations or people so that you can control what happens. Çünkü sahiden de tüm bölümlerde fark ediyorsunuz ki olay tamamen insanları kontrol etmekte ve durumlar üzerinde etki sahibi olabilmekte bitiyor..)

(Not 2: Bir süredir yazı yazmaya fırsat bulamamıştım malesef.. Ama kısa kısa da olsa yazılarımı daha sık tutmaya çalışacağım bundan sonra)

4 Şubat 2010 Perşembe

Precious Illusions'tan...

Daha önce bilmediğim, duymadığım şarkıcıları ya da şarkıları bir arkadaşımdan duyduktan sonra deli gibi dinlemeye başladığım çok olmuştur. Hele hele müzik zevkine güvendiğim biriyse, söz konusu sanatçının tüm albümlerini gözüm kapalı edinip dinlemek sahiden hoşuma gidiyor.

Ya da bazen tamamen tesadüf eseri tanışıyorum bir şarkıyla.
Mesela ortaokuldayken şarkılarıyla tanıştığım Alanis Morissette..
Neredeyse tüm şarkılarını ezberlemekle az zaman geçirmemişimdir ama benim onun varlığından haberdar olmam "Hands Clean" şarkısını duymamla olmuştur. Ne tesadüf ki şarkıyı radyoda duyup kimin söylediğini anlayamadan aklımdan çıkmasından iki gün sonra bir ödev olarak okulda çıkmıştı karşıma Alanis Morissette: Herkes bir şarkı seçip, arka fonda o şarkıyı dinleterek şarkının sözlerinden çıkardığı anlamı anlatmıştı tüm sınıfa. Ve de Alanis Morissette'ten "21 Things" şarkısı çıktı o sunumlardan birinde karşıma. 21 uğurlu sayım olduğundan, içinde 21 geçen herhangi bir şarkı zaten ilgimi çekecekti kuşkusuz, ama heyecanla kadının ve şarkının ismini bir kağıda yazdığımı, daha sonra da "Hands Clean"in de ona ait olduğunu öğrendiğimdeki mutluluğumu sahiden unutamam..
"Under Rug Swept" albümünü bu şekilde keşfettikten sonra ekranın ortadan ikiye bölündüğü; kişilerin aynı, ama hikayelerin farklı olduğu iki videonun ekranda yan yana aktığı ve her rastlayışımda hangi tarafı izleyeceğime bir türlü karar veremediğim şahane klibiyle "Precisious Illusions" hayatımın şarkılarından biri haline geldi. Ama sözler sahiden çok anlamlı değil mi:

***

You'll complete me right?
Then my life can finally begin
I'll be worthy right?
Only when you realize the gem I am?

But this won't work now the way it once did
And I won't keep it up even though I would love to
Once I know who I'm not then I'll know who I am
But I know I won't keep on playing the victim


***

Şarkının bu ilk kısımlarındaki yarı isyankar, yarı umut dolu halin daha sonra yerini hâlâ sürmekte olan bir belirsizliğe bırakması ise beni hep üzmüştür. Kendimle bütünleştirdiğimden belki:

***

And though I know who I'm not I still don't know who I am...


***

Ve elbette Alanis bu tarz tesadüflerden sadece bir tanesi..
Bu çağrışıma gelişim ise, bu akşam şarkıdan şarkıya geçerken karşıma çıkan ve daha önce isimlerini duymamış olduğum, 2001'de kurulmuş Kanadalı bir grup olan (tarzlarını bir gruba benzettiğim ama henüz çıkartamadığım - çıkartırsam burada da yazarım..) Theory of a Deadman'a ait olduğunu öğrendiğim bir şarkı - Not Meant to Be.

Sözlerine bir göz atıp dinleyin derim..