26 Nisan 2010 Pazartesi

"Siyah Beyaz" bir film...

Geçen sene Mart ayında Şevval Sam'ın bir imza gününe katılmıştım. Şanslı da bir insan olduğumdan herhalde, imza almak haricinde konuşma imkanım da oldu kendisiyle. Şevval Sam'ı da, Nejat İşler'i de çok sevdiğimden, sohbet esnasında ikisini yeniden (2002 sezonunda 'Gülbeyaz' dizisinde bir arada oynamışlardı ki diziyi izlediğimden beri benim gözümde en uyumlu çift olmuşlardır...) bir dizide ya da (daha güzeli) bir filmde görmek ne güzel olurdu diye söylemeden edemedim. Şevval Sam da cevap olarak "Kim bilir, iyi bir proje gelse seve seve." dediğinde 7 senedir beklediğim filmin çok yakında çekileceğini sanırım o da bilmiyordu henüz.

Bu imza gününden bir ay sonra, internette bir gün bir haber çarptı gözüme: Şevval Sam ve Nejat İşler aynı filmde! Tahmin edebileceğiniz gibi çok sevindim ama bir yandan da ara ara çıkan yalan haberlerden biridir düşüncesiyle inanıp inanmamak arasında kaldım. Neyse ki bu sefer haber doğruydu ve Haziran ayında tam olarak öğrendim ki, sadece en sevdiğim iki oyuncu değil, resmen "rüya kadro" diye adlandırabileceğim bir kadro bir araya gelmiş! Canlandırdığı her karakterle iyice devleşen, kadronun abisi Tuncel Kurtiz, küçüklüğümden beri neredeyse tüm projelerini takip ettiğim ve gün geçtikçe daha da inanılmazlaşan oyunculuğu ile Erkan Can, "Devrim Arabaları" ile tanıdığım Taner Birsel, zarif ve ince oyunculuğu ile her zaman hayran olduğum Derya Alabora... Böyle bir ekibi kim bir araya getirmiş diye merak ederken yönetmen Ahmet Boyacıoğlu'nun ismiyle karşılaştım. İsmi nereden tanıdık geliyor diye düşünürken, biraz araştırınca Gezici Film Festivali dolayısıyla daha önce ismini duyduğumu fark ettim. Kendisinin aynı zamanda Ankara Sinema Derneği'nin başkanı da olduğunu öğrenince, çekilecek filmin Ankara'da bir barı mekan olarak alması iyice hoşuma gitti. Ankara'yı seven birinin gözünden, şahane bir kadro ile bir film izlemek çok güzel olacaktı...

Filmin Temmuz ayında çekileceğini öğrendiğimde, şansımı zorlayarak sete gitmenin yollarını aramaya başladım. Tam olacak gibiydi, "Sanırım gidiyorum, inanamıyorum.." dedim, maalesef setten izin çıkmadı. Ben de şansıma küsüp basında çıktığı kadarıyla kadronun röportajlarını, basın toplantısı haberlerini, ara ara yayınlanan birkaç fotoğrafı takip ettim. Böylece sanırım Siyah Beyaz, daha kimse duymamışken, benim sıkı takip ettiğim ve bu kadar merakla beklediğim ilk film oldu.


Kısa özet yayınlandığında, karakterler yavaş yavaş oturmaya başladı aklımda: "Fırtınalı bir hayat yaşamış ama 70 yaşına gelmesine karşın hala durulmamış, ideallerine bağlı bir ressam olan Ahmet Mithat" olacaktı Tuncel Kurtiz; "kalp krizi geçirdikten sonra işini bırakan, sümüklü böcek besleyip sakin bir yaşam sürmeye çalışan bir avukat"ı Erkan Can canlandıracaktı ki bu kısa özetin ikinci cümlesi bile güldürmeye yetmişti beni ilk okuduğumda. Nejat İşler ise, "mesleğini yapmaktan sıkılmış, üstüne bir de karısı tarafından terk edilmiş bir doktor" olacaktı ki karakterine bir isim verilmemesi ilginç gelmişti bana en başta, "Doktor" olarak hitap edileceğini fark etmiştim ilk tanıtımlardan. Sonradan, Ahmet Boyacıoğlu'nun kendinden yola çıkarak oluşturduğu bir karakter olduğunu öğrendim Doktor'un.. Hikayenin ana karakterlerinden tek kadın ise "hayata karşı tek başına direnen, yalnızlığı bir yaşam tarzı haline getirmiş bir iş kadını olan Ayten", yani Şevval Sam idi. Ve "Barın sahibiyse kimseye taviz vermeyen, sinirli, alıngan ama dünya tatlısı bir insan olan Faruk", yani Taner Birsel. "Bütün bu insanların buluştuğu ve dostluklarının yaşandığı yer olan Siyah Beyaz`ın sıcak hikayesi de filmin konusunu oluşturuyor" olacaktı. Bangır bangır bağırmadan, söyleyeceğini en uygun üslupla ve en doğru oyuncularla ifade ettiğinden emin oldum filmin yani bu kısa özetle.

Sonra araya aylar girdi; yaz, sonbahar, kış bitti derken nihayet bahar geldi ve bir gün tüm basında Siyah Beyaz haberleri yer buldu. Filmin sitesi açılmıştı (www.siyahbeyazfilm.net) , birbirinden güzel set fotoğrafları yayınlanmaya, Facebook'taki resmi fanpage'i aracılığı ile basında yer alan tüm haberler duyurulmaya, fragman haricinde film daha yayınlanmadan filmde olmayan sahneler de eklenmeye başlamıştı. Filmin galasıyla birlikte artık bir hafta boyunca her gazetenin manşetine taşınmıştı Siyah Beyaz. Bu vesileyle hem Siyah Beyaz bar birçok kişiyle ismen de olsa tanışmış oldu, hem de birbirinden değerli oyuncular aynı röportajlarda gruplar halinde buluşup izleyicilere veya okuyuculara daha filmi izlemeden keyifli anlar yaşattılar.


Ve nihayet 23 Nisan geldi çattı =)
16:30 seansı için biletimi aldım ve ilk kez bir filmi sinemada yanımda kimse olmadan izledim. (Film tek başına izlenirken de keyif veren bir film olduğundan mı bilmiyorum ama çok da zevk aldım, sanırım arada tek başına sinema keyfi güzel olabilir!) Salon yarı yarıya doluydu ama insanlar 23 Nisan'da çocuklarıyla birlikte çocuk filmlerini tercih etmişlerdir düşüncesi geldi aklıma.

***Spoiler***
Film, beklemediğim bir şekilde başladı. Ana karakterlerle ilgisi olmayan bir olay, o esnada oradan geçmekte olan Faruk ve Doktor'un karısıyla ana hikayeye bağlandı. Karakterlerle daha önceden kendimce tanışmış olduğumdan olacak, hiçbirinin ilk sahnesi çok yabancı gelmedi bana. Ankara sokaklarında çok kısa bir gezintiden sonra başlayan iç mekan çekimleriyle de tam manasıyla tanışmış oldum karakterlerle. Karısı tarafından terk edildikten sonra birkaç dakika donup kalan Doktor'un, gün sonunda arkadaşlarının yanına, Siyah Beyaz'a geldiğindeki durumu atlatmış (ama aslında daha sonra olan evinde karanlık odasındaki halinden anlaşıldığı üzere tam da atlatamadığı) hali ve dörtlü ilk kez bir araya geldiklerinde aralarındaki günlük ve içten sohbet çok hoştu. Aralarından en konuşkan ikili olan Ahmet Mithat (ki taşınırken yere düşen kitapları betimleyişi ve o kitapları eşya taşıyan adamlara verişi çok hoş ayrıntılardı; filmi ikinci kez izlediğimde daha dikkatli olup Ahmet Mithat'tan olabildiğince çok detay kapmaya çalışacağım kesin!) ve Ayten'in ilerletir gibi oldukları muhabbet bana daha ilk baştan "senelerdir arkadaş olan ve bir arada olmaktan mutluluk duyan insanlar" izlenimini verdi. Özetlerden okuduğum kadarıyla en sessiz karakter Muzaffer (Erkan Can) olmalıydı ama bana asıl Doktor (kendi kendime 'daha ne kadar farklı karakter canlandırabilir acaba' diye sorarken bambaşka karakterlerine bir yenisini daha ekleyen Nejat İşler) sessiz ve içine kapanık gibi geldi.


Her akşam Siyah Beyaz'da buluşup kendi yalnızlıklarından arınan bu dörtlünün, bar harici samimiyetleri de hoştu tabii. Daha önce fotoğraflardan görüp daha uzun olmasını beklediğim gölde balık tutma sahnesi, Faruk'la birlikte gezerken, Muzaffer'in Nilgün'ü (senelerdir görmediği ama yanında hep fotoğrafını taşıdığı eski sevgilisi) gördüğü sahnedeki tutukluğu ve sonrasında Faruk'la olan diyalogu, akabinde kart oyunu için buluşan ekibin Muzaffer gittikten sonra onun hakkında ve aşk hakkında yaptıkları muhabbet, Ahmet Mithat'ın hoşsohbetliği, Ahmet Mithat-Ayten ikilisinin (ki Ayten'in çok sempatik bir vurguyla söylediği "ihtiyar" hitabı da ayrı hoştu, her ne kadar Ahmet Mithat "hepsini cebinden çıkartacak" dinçlikte olsa da =) ) ekip harici diyalogları en başta aklıma gelen sahneler.. Tabii kart oyunu esnasında Ayten'in kendinden bahsederken bir anda Şevval Sam'ın çocukluğuna ait detaylara şahit olmam ve hemen ertesinde içine kapanık Doktor'un Ayten'le şakalaşması en hoşuma giden sahneler arasındaydı.

Karakterlerin kendi hikayeleri bir taraftan ilerlerken, bir taraftan da Siyah Beyaz'ın kapanma durumu ortak hikayeye yön veriyor elbette. Faruk'un Siyah Beyaz'ı kapatıp Bodrum'a yerleşme hayali, ana karakterlerimizin huzurunu bozuyor çünkü bar kapatılırsa ortak yaşam alanları ortadan kaybolmuş oluyor; paylaşılacak yalnızlık için yeni bir yer arayışı ise bunca sene sonra düşünülemez elbette. Ana öykü tüm karakterler açısından mutlu sona doğru gidedursun, kişisel öyküler de benim gözümde güzel birer son buluyor filmin sonunda. Bazı yerlerde "sonlar çok ucu açık bırakılmış" gibi yazılar okudum ama bana öyle de gelmedi; tüm karakterler öyle ya da böyle güzel birer sona bağlanmıştı. Tabii ki çok net çizgilerle çizilmemişti hikayenin sonu, ama "tam tadında" demek doğru olur bence: Yalnızlığa alışmış ve bunu bir güç göstergesi haline getirmiş Ayten, bu kararlılıktan vazgeçip mutluluğu Doktor'da buluyor. Doktor da terk edilmişliği (zaten 2 senedir süregelen ayrı yaşamaya alışmışlıktan yararlanarak) çabuk geride bırakıyor (Zonguldak'a yapılan bir geçmiş yolculuğuyla -tahminimce- durumu hızlandırarak) ve filmin başlarında göz kontağından bile çekindiği Ayten'le bir ilişkiye başlıyor. Muzaffer ise, geçmiş yılların hesabını sorduğu ama nihayetinde kırgınlığını geride bırakıp 50 yaşının keyfini doya doya birlikte çıkaracağı kadını, Nilgün'ü affediyor ve filmin final sahnesindeki hareketiyle beni bir hayli güldürüyor. Ahmet Mithat da tüm babacanlığı ve yaşam enerjisiyle hayatına devam ederken başka hayatları da renklendirme çabasından asla vazgeçmiyor. Son olarak, Faruk neyse ki Bodrum macerasını en az birkaç sene daha öteliyor ve fotoğraflar duvarlardan (rüyasının aksine) sadece badana boya için iniyor.

*** Spoiler bitti =) ***

Spoiler'dan öte bu basbaya bir film özeti olmuş gibi gözükse de, filmi izlemenin keyfi sahiden bambaşka; o yüzden buraya olayların akışını genel hatlarıyla yazmaktan çekinmedim çünkü Siyah Beyaz, farklı yaşlardan izleyicilere farklı tatlar sunacak, bir seyirciye birkaç sene aradan sonra yeniden izlediğinde apayrı şeyler hissettirecek türden, sade ve çok hoş bir film. Dolayısıyla tüm izleyiciler için güzel bir film deneyimi; konu çok dikkat çekmiyorsa da Tuncel Kurtiz-Erkan Can-Taner Birsel-Nejat İşler-Şevval Sam-Derya Alabora isimlerini art arda gören ve gözleri büyüyen herkes bu filme bir şans verir diye umuyorum =)


Benim üzerimdeki etkilerinin başında ise, günün birinde Ankara'ya gidecek olursam Siyah-Beyaz'ın kapısından girmeyi çok istemek geliyor sanırım çünkü mekan da, mekanın içindekiler de şahaneydi. Ahmet Boyacıoğlu'nun kaleminden ve gözünden film tam kıvamını tutturmuş bence, dediğim gibi öykü çok sadeydi (ki bu kimilerinin eleştirdiği bir yön ama bana asıl senaryo bu şekilde olmasaydı çok eğreti gelirdi film) ama çok güzel işlenmişti. Zorlama hiçbir şey yoktu, o doğallıktan dolayı da karakterler de, karakterlerin arasındaki ilişkiler de çok inandırıcı geldi bana. Karakterlerin, karakterleri canlandıran oyunculardan da bir şeyler aldığını görmek de ayrı keyifliydi. Filmde gerçekleşmeyen tek beklentim, Nejat İşler ve Şevval Sam'ın bardaki ikili sahnelerinin uzunluğu konusundaydı. Derya Alabora ile Erkan Can'ın bar sahnesi kadar uzun bir sahne beklentisindeyim sanırım fragmandan yola çıkarak, ama bu haliyle tadın damağımda kalması daha iyi oldu belki de. Sahnenin arka fonunda olan şarkı (ismini sonradan öğrendim, Tulay German'in A Perdre Haleine'i) da sahnenin cazibesiyle paraleldi, bunu da söylemeden geçmeyeyim.

***

Kısacası tüm ekibin tekrardan ellerine sağlık, çekimler boyunca herkesin aldığı keyif filmin tamamına sinmişti. Hem seyirciyi keyiflendiren, hem ara ara hüzünlendiren, hem de bolca gülümseten ve güldüren, çok içten bir film olmuş. İkinci kez gitmezsem rahat edemeyeceğim.

1 yorum:

  1. reyhan:))

    çok güzel anlatmışsın gerçekten güzel bir film izlemeye doyamadım eğer gidebilirsem yine gitmeyi düşünüyorum konusu ve buna ek olarak duru,abartısız oyunculuklar eklenince tüm pozitifliğiyle ortaya çıkmış şahaneydi yaa:)))

    YanıtlaSil