13 Aralık 2010 Pazartesi

All we need is love...

Bir kış çocuğu olmama rağmen ilkbaharı çok seviyorum ben.. Baharın renkleri, cıvıl cıvıllığı, güneşi, elbiseleri, babetleri mutlu ediyor beni. Öyle kat kat giyinip kardan adam gibi dışarı çıkmak pek hoşuma gitmiyor yani kışın! Bir kere zaman kaybı her girdiğin ortamda üstündekileri çıkarmakla uğraşmaya geçen dakikalar.. Hele ki kışın alışverişe çıkıldığında tam bir işkenceye dönebiliyor gün; t-shirt, üstüne kazak, üstüne mont, atkı, şapka, eldiven derken bu sürede gezilme potansiyeline sahip bir mağaza şansını yitiyor insan resmen :) (Evet üşengeçlik de yok değil kanımda ama anladınız siz ne demek istediğimi.)

Neyse çok alakasız bir giriş oldu; oysa ki Aralık-Ocak-Şubat üçlüsünü neden sevdiğimden bahsedecektim size, sevmememden değil.

Aslında sebebi çok basit: Kar psikolojisi.
Bakın sadece "kar" demiyorum çünkü kardan öte karın getirdiği ruh hali inanılmaz oluyor. Ortaokul/lise yıllarında "Kar yağsın da tatil olsun" beklentisiyle hava durumu takip ediliyor, ufak flört hareketlerine de sebep olabilecek kar topu savaşı heyecanla bekleniyor, doğum günü benim gibi bu aylarda olanlar doğum günü hevesine kapılıyor (her ne kadar kar azizliğine uğrama ihtimali yüksek olsa da, canın sağ olsun kar.). Bir de tabii "Bunca soğuk bir işe yarasa bari" düşüncesine kaptırıyor insan kendini ya da etrafı normalden farklı olarak tek bir renk olarak görmek ilginç geliyor insana.

Ama tüm bunlardan öte, kar demek benim için Love Actually demek.
2003 yılında sinemada izlediğimden beri gelenek haline getirdim: Kışın kar yağdığı dönemlerde başa alıp alıp Love Actually izlemezsem içim rahat etmiyor. Hatta resmen sırf havalar soğusun, kar yağsın da ben de Love Actually moduma gireyim diye bekliyorum :) Yazın izleyince havasına bürünemiyorum filmin; illa etrafımın bembeyaz karlarla kaplı olduğunu gerçekten göreyim ki kendimi filme iyice dahil hissedeyim istiyorum sanırım tam bilmiyorum ben de sebebini. Ama havaların soğumasıyla birlikte filmin o şahane soundtrack'i playlist'imi domine etmeye başlıyor, karın nihayet yağmasıyla da birlikte battaniye altında Love Actually izlemek, benim için artık bir ritüeli sürdürmek oluyor.

Yazının başlığına nasıl mı bağlayacağım? Filmin mottosunu, Hugh Grant'in açılış cümlesini paylaşacağım sizinle:


Whenever I get gloomy with the state of the world, I think about the arrivals gate at Heathrow Airport. General opinion is starting to make out that we live in a world of hatred and greed, but I don't see that. It seems to me that love is everywhere. Often it's not particularly dignified or newsworthy, but it's always there - fathers and sons, mothers and daughters, husbands and wives, boyfriends, girlfriends, old friends. (...) If you look for it, I've got a sneaky feeling you'll find that love actually is all around.”


All You Need Is Love
http://prostopleer.com/#/search?q=artist%3AAll+You+Need+Is+Love

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder